The Pirates of the Caribbean üçlemesi Jerry Bruckheimer

“The Pirates of the Caribbean” üçlemesi, efsanevi film yapımcısı Jerry Bruckheimer’ın neden film yaptığının özünü temsil ediyor.

“Pirates’i seviyorum çünkü çocuklarımızı da alıp ailece keyif yapabileceğimiz çok az film var” diyor ünlü yapımcı, “Bildiğiniz gibi yeteri kadar para kazandım. Artık daha fazlasına ihtiyacım yok. Bu filmleri insanları eğlendirmek için yapıyorum. Böyle filmler global düzeyde insanları eğlendirir, izleyicinin birkaç saatliğine de olsa kendi yaşamından uzaklaşmasını sağlar.”

“Karayip Korsanları” serisinin “Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl” adını taşıyan ilk filmi 2003 yılında gösterime girdiğinde, eleştirmenlerin övgüsünü kazanırken gişe zaferine de ulaştı. O filmin yapımcısı Jerry Bruckheimer, “Pirates 2: Dead Man’s Chest” ve “Pirates 3”ü ardarda çekmek için ekibini –yönetmen Gore Verbinski, başrol oyuncuları Johnny Depp, Keira Knightley ve Orlando Bloom ile teknik ekipler- yeniden bir araya topladı.

“Aynı yönetmen, aynı oyuncu kadrosu ve teknik ekip bir araya gelmeseydi, şu anda burada olmazdık” diyor bu konuda…

Bruckheimer ayrıca gişe fenomenine dönüşen ilk “Pirates”in filme alındığı günlerde bir devam filmi çekmeyi düşündüklerini de itiraf ediyor. Ancak bir eğlence parkı atraksiyonunu temel alan bir filmin ticari başarı şansı olmadığı yönünde medyanın kuşkuları olduğu için bu düşüncesini o dönemde gerçekleştiremediğini belirtiyor.
“Daha ilk filmi yaparken böyle birşeyi düşünmüştük ama stüdyo o zaman bu konuya sıcak bakmamıştı. Ayrıca Disney’in eğlence parklarında ziyaretçilere sunulan korsanlarla ilgili bir konuyu filme aktarmamız karşısında medya da bizi yerden yere vurmuştu. Korsanlar konusunun gişe hasılatı için ölü bir konu olduğu, filmin şansının olamayacağı şeklinde yazılar çıkıyordu. İlk film gösterime girip de iyi hasılat yapmaya başlayınca stüdyonun karşısına çıkıp, “Haydı devam edelim! Bir tane daha yapalım!” deme şansını elde ettik. Johnny Depp de oynadığı karakteri çok sevmişti. Devam filminde oynamaktan heyecan duyacağını söyleyince kolları sıvadık.”
Bruckheimer’ın düşüncesine göre, ilk “Pirates” filmiyle beraber oluşan dev hayran kitlesi, üçkağıtçı korsan Jack Sparrow (Johnny Depp) ile genç aşıklar Elizabeth Swann (Keira Knightley) ve Will Turner’a (Orlando Bloom) ne olduğunu görmekten büyük keyif duyacaklar.

“İkinci filmle ilgili beklenti düzeyi çok yüksek… İlkinin devamını görme yönünde gerçek bir ilgi olduğunu hissediyoruz. Üç film arasında kesintisiz bir öykü akışı yarattığımız için –ikinci ve üçüncü filmlerde göreceğiniz herşey ilkiyle bağlantılıdır- üç film için gerçek bir üçleme yaratmış olduk.”
Aslında Bruckheimer’ın bu projeyle ilgili coşkusu, ileride üç tane daha film yapmak isteyecek kadar büyük… Bu yüzden de filmde kullanılan gemilerin –Korsan Jack Sparrow’un gemisi Black Pearl ile The Flying Dutchman adlı diğer gemi- ileride kullanılmak üzere aynen korunmasını istiyor.

“Umarım Disney yetkilileri bu gemileri geçen defakinden farklı olarak bu kez korurlar, film setlerini bozmadan tutarlar. Böylece yeni bir üçlemeyle yolumuza devam edebiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse bu üçünün üzerine üç tane daha yapmak isterdim ama sonuçta para benim param olmadığı için karar verecek olan da ben değilim.”

“Johnny Depp bu karakteri çok seviyor. Evinde bir hayranlar üssü kurdu. İki çocuğu da bu filme bayılıyor. Bence çok iyi bir başlangıç noktası…”

60 yaşındaki Jerry Bruckheimer, Hollywood’un en başarılı yapımcılarından birisi… Michigan eyaletine bağlı Detroit kentinde dünyaya gelen Bruckheimer, ortağı Don Simpson ile birlikte film yapımcılığına soyunmadan önceki kariyerine televizyon reklamları üreterek başlamıştı.

Bruckheimer’ın bugüne kadar yapımcı olarak imzasını attığı film listesinde 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda çektiği başta “American Gigolo”, “Flashdance”, “Beverly Hills Cop”, “Top Gun”, “Bad Boys”, “Crimson Tide”, “Con Air” ve “Armageddon” olmak üzere çok sayıda kaydadeğer film var. 2000’li yıllarda ise “Gone In Sixty Seconds”, “Pearl Harbor”, “King Arthur” ve “Glory Road” gibi filmleri yaptı.

İki filmi arka arkaya çekmenin riski var mıydı?

İlk filmin dünya çapında hasılatı 600 milyon doları bulmuştu. Bu sadece sinema gösterimlerindeki hasılattı. Başta DVD satışları olmak üzere diğer gelirler hariç… Aynı hedefi yeniden yakalamak iddialı olmayı gerektiriyordu. Özellikle ikinci ve üçüncü bölümlerde de aynı senaryo yazarları, aynı yönetmen ve aynı oyuncu kadrosuyla çalışacaksanız onları farklı zamanlarda bir araya toplamak kolay olmazdı. Bu yüzden iki devam filmini ardarda çekmeyi tercih ettik.

İkinci ve üçüncüyü yapmaya karar verdiğinizde bu projeye herkes sıcak baktı mı?

Daha ilk filmi yaparken böyle birşeyi düşünmüştük ama stüdyo o zaman bu konuya sıcak bakmamıştı. Ayrıca Disney’in eğlence parklarında ziyaretçilere sunulan korsanlarla ilgili bir konuyu filme aktarmamız karşısında medya da bizi yerden yere vurmuştu. Korsanlar konusunun gişe hasılatı için ölü bir konu olduğu, filmin şansının olamayacağı şeklinde yazılar çıkıyordu. İlk film gösterime girip de iyi hasılat yapmaya başlayınca stüdyonun karşısına çıkıp, “Haydı devam edelim! Bir tane daha yapalım!” deme şansını elde ettik. Johnny Depp de oynadığı karakteri çok sevmişti. Devam filminde oynamaktan heyecan duyacağını söyleyince kolları sıvadık.

Aslında ikinci ve üçüncü bölümlerin arasında kısa bir ara verdiniz. İki film arasında iki aylık mola verildi, 2006 başında Gore Verbinski’nin bu moladan yararlanarak ikinci bölümün kurgusunu bitirdiğini duyduk. Bunun ardındaki düşünce neydi?

Filmin kurgusunu yapmak için Gore’nin zamana ihtiyacı vardı. Bu nedenle iki ay mola verdikten sonra üçüncüye geçiş yaptı. Devam filmlerinin ikisini ardarda gösterime sokarak izleyiciye aşırı dozda yüklenmek istemiyorduk. İzleyici ilgisinin devam etmesi açısından bir yıllık aranın iyi olacağını düşündük. Ayrıca ikincinin gösterime girişinden belli süre sonra DVD’si piyasaya çıkacak. Böylece 2007 temmuzunda üçüncüyü gösterime sokmadan önce ikinciye yeniden hayat vermiş olacağız. Olaya iş açısından bakacak olursak iyi bir plan olduğunu düşünüyoruz.
Birinci filmden sonra Orlando Bloom ile Keira Knightley’in daha büyük star olduğunu düşünecek olursak, onların da yer alması ilave bir bonus oldu değil mi?
Evet, bence bu harika… İkinci filmle ilgili beklenti düzeyi çok yüksek… İlkinin devamını görme yönünde gerçek bir ilgi olduğunu hissediyoruz. Üç film arasında kesintisiz bir öykü akışı yarattığımız için –ikinci ve üçüncü filmlerde göreceğiniz herşey ilkiyle bağlantılıdır- üç film için gerçek bir üçleme yaratmış olduk. Eminim ki izleyici bu sürekliliği görmek isteyecek.

Birincinin elde ettiği olağanüstü başarının ardından üzerinizde daha çok baskı oluştu mu?

Aslında her projede bu baskıyı zaten hissederim. Film yapmak için ne zaman başka birisinin parasını alsam bu baskıyı her defasında hisseder ve en iyi şekilde geri dönüşünü sağlamaya çalışırım.

Büyük ölçekli, küçük ölçekli çok sayıda film yaptınız. Filmlerinizi kıyaslayacak olursanız, “Pirates”in şimdiye kadar yaptığınız en büyük proje olduğunu söyleyebilir misiniz?

Evet, şimdiye kadar aldığım en büyük sorumluluk olduğunu düşünüyorum. İki bölümü arka arkaya çekiyor olmanın yanısıra başka sorumluluklarım da var. Şu an itibariyle 10 tane televizyon dizisi üzerinde çalışıyorum. Ayrıca iki tane daha film devam ediyor. Ancak bunlar arasında en çok zamanımı “Pirates”in aldığını söyleyebilirim.
İlk film büyük bir sürpriz oldu. Hiç kimse böyle bir başarı beklemiyordu. Ancak Johnny Depp’in performansının nasıl olacağını artık iyi kötü kestirebiliyoruz. Bu sorunu nasıl aşmayı ve filmi nasıl sürprizli hale getirmeyi düşünüyorsunuz?
Herşey öykü anlatımına bağlıdır. Elinizdeki öyküyü iyi anlatabilirseniz sürpriz yaratmayı başarırsınız. Bu filmde bir dizi yeni karakterler ve yeni yaratıklar var. Senaryosu da daha eğlenceli ve heyecan verici… Filmin nasıl sonuç alacağını şu anda bilemeyiz ama senaryonun harika olduğunu biliyorum. İzlediğim ham görüntüler de müthişti. İnsanların parasını neye harcayacağına karar verecek konumda değilim ama eğer izleyiciler elindeki paranın 6-10 dolar gibi bir miktarını “Pirates”i görmek için harcama kararı verirse bu benim hoşuma gider. Umarım “Pirates”i seçerler.

Filmin senaryosuna ne kadar katkıda bulundunuz?

Biz bir ekibiz. Yönetmeniz Gore Verbinski, senaryo yazarlarımız, ben ve uzmanlarım olmak üzere hepimiz bir arada çalışan sağlam bir ekibiz. Filmde göreceğiniz herşey Gore Verbinski’nin ve senaryo yazarlarının vizyonudur. Senaryo yazarlarımız, ikinci ve üçüncü filmler için yepyeni fikirler ve karakterlerle geldiler. Gore Verbinski bu fikirler üzerinde çalışarak gerekli süslemeleri yaptı. Dediğim gibi biz bir ekibiz ama Gore ile senaryo yazarlarımız bu filmin kreatif itici güçleridir.

Üçüncü filmde Chow Yun-Fat’ın oynaması kimin kararıydı?

Gore’nin, benim ve senaryo yazarlarımızın ortak kararıydı diyebilirim. Chow Yun-Fat harika bir aktör ve gerçek bir centilmendir. Onunla çalışma fırsatı bulduğum için mutluyum.

Bu kararınızda, üçüncü filmde Asya unsuru bulunması, dolayısıyla daha çok sayıda Asyalı izleyiciye hitap etme düşüncesinin yeri var mı?

Bakın, ilk filmin zaten çok geniş Asyalı izleyicisi vardı. Asya ülkelerinde çok iyi iş yaptığı için onlara hitap eden birşeyler vermek istedik. Japonya’da, Hong Kong’da ve diğer Asya ülkelerinde bu kadar iyi iş yapmışken üçüncü filme neden Asyalı bir oyuncu koymayalım?

İlk “Pirates” filmi sayesinde Johnny Depp’in izleyici kitlesi de genişlemişti…
Evet, kesinlikle haklısınız. Disney ilk defa bir PG-13 filmi (13 yaşından küçüklerin ancak ailesiyle beraber izleyebileceği film) yapmıştı. Ebeveynler de, “Bu Disney filmi olduğuna göre, 10 yaşındaki çocuğuma izletebilirim” diye düşündüler. Johnny’nin daha önceki filmlerinin hepsi sadece 18 yaş üstünün izleyebildiği R kategorisindeydi. Dolayısıyla çok büyük kalabalıkları çekmemişti. Bizim filmimizin sayesinde çocuklar aniden Johnny Depp’I keşfettiler. Artık büyüyünce Johnny Depp gibi olmak isteyen çocuklarımız var. Sokaklarda korsan şapkası ve kılıçlarla gezen 8 yaşında çocuklar görüyoruz. Korsan kostümleri en çok satılan kostümler arasında yer alıyor.

İkinci ve üçüncü filme eşlik eden yan ürünler de olacak mı?

Umarım olur. Bildiğiniz gibi ilkinde Disney hazırlıksız yakalandığı için çok fazla yan ürün yoktu.

Senaryo yazılırken yan ürün faktörü de gözetildi mi?

Olaya bu şekilde bakmadık ama senaryo yazımı sırasında yan ürün olarak piyasaya sürülebilecek ürünleri de dikkate almış olabiliriz. Örneğin “Pirates 2”de göreceğimiz son derece eğlenceli bir zar oyunu vardır. Aynı zar oyununu yapabilecek bir şirketle anlaşma yapabiliriz.

İngiliz aktörlere neden bu kadar çok görev veriyorsunuz?

Bunun birkaç sebebi var. Birincisi İngiliz aktörler gerçekten çok iyidir. Yetenekli aktörleri severim. Bu filmin de yetenekli aktörlere ihtiyacı vardı. Korsanları konu alan böyle bir filmde Amerikan aksanının çok iyi durmayacağını düşündüm. Sonuçta ortaya eski usül İngiliz aksanıyla konuşulan bir film çıktı. Bir korsan filmi için bunun mükemmel olduğunu düşünüyorum.

Profesyonel oyuncu kadrosunda yer alanlara ilkinden daha fazla ödeme yaptınız mı?

Evet, kesinlikle haklısınız. Hepsi daha fazla para aldı.

Bir devam filmi yapmanın avantajları nelerdir?

Önceden hazır izleyici kitlesi var olduğu için stüdyo açısından güven verir.

İzleyici ilk filmi beğenmişse ikincisini de izleme ihtimali daha fazladır.

Böyle bir filmi kontrol etmenin anahtarı nedir?

Hayatta hiçbir şey tam kontrol altında değildir. Bırakın bu kadar büyük bir filmi kontrol etmeyi, daha ben karımı bile kontrol edemiyorum (Kahkahalar).

Ama bu büyük ölçekli bir film değil mi?

Evet, hareketli kısımları çok fazla olan bir film olduğu halde herşey gayet iyi gitti. Bazı bölümlerde sorun çıksa da hepsini halletmeyi başardık. Ancak çok büyük ölçekli bir film olduğunu düşünecek olursak, ortaya hayallerimizin ötesinde iyi bir film çıktığını söyleyebilirim. Bu kadar büyük bir projeye kalkışırken yarın neler olacağını önceden bilemezsiniz. Karşınıza hiç ummadığınız sorunlar çıkabilir.
Örneğin geçtiğimiz sene New Orleans’ta bir film yapmaya hazırlanıyordum. Ekim ayında çekime başlarız diye düşünmüştük ama üstüste gelen kasırgalar sonucu kentin sulara gömülmesiyle filmi yapamadık. Bu yüzden bir film çekerken neler olacağını asla bilemezsiniz.

Çekimlere başladıktan sonra herşey büyük ölçüde yönetmene bağlıdır. “Pirates”leri çekerken bizim son derece iyi ve hazırlıklı bir yönetmeniz vardı. Ne yapacağını çok iyi biliyordu. En büyük aksiyon sahnelerini bile önceden planladığı şekilde hayata geçirdi.

Çekim sırasında ne gibi zorluklar çıktı?

Açıkçası her gün birtakım sorunlar çıkıyordu. Örneğin Karayipler’de büyük bir fırtınaya yakalandık. Kiimi günler sorunlar birbirini izledi. Aslına bakarsanız günlük bazda böyle sorunlar her zaman olur. Bir gemi zamanında hazır olmayabilir, aktörlerden birisi hastalanabilir. Bunların hepsini bizzat yaşadık. Bir aktörümüz hastalanınca İngiltere’den gelemedi. Ancak bunlar büyük film yapmanın kendine özgü zorluklarıdır. Bunları birer zarar veya hasar gibi göremem. Benim gibi uzun süredir bu işi yapıyorsanız, böyle olayları gündelik olaylar gibi görürsünüz.

Filmin öyküsü hakkında ne söyleyebilirsiniz? Kaba hatlarıyla anlatır mısınız?

Genel hatlarıyla anlatacak olursam, birinci filmde tanışmış olduğumuz Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin yetkilileri Port Royal limanına gelmişlerdir. Bu şirketin amacı denizleri korsanlardan temizledikten sonra ele geçirmektir. Öncelikle Jack Sparrow’la (Johnny Depp) bağlantısı olan herkesi tutuklamakla işe başladıklarını görürüz.

Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nden Beckett karakteri, filmin kötü adamıdır. Korsanları yok etmeye çalışmaktadır. Küçük bağımsız şirketleri yemek isteyen Wal-Mart şirketi gibidir de diyebiliriz. Korsanları yok etmeyi başardığı takdirde tüm özel girişimcilerden kurtulmuş olacaktır.

Öte yandan birinci filmden hatırlayacağınız gibi Jack Sparrow, Siyah İnci adlı gemisini kurtarmak için denizler altında yaşayan efsanevi korsan Davy Jones ile bir sözleşme yapmıştır. Buna göre Davy Jones’a olan borcunu ödeyebilmek için Siyah İnci gemisini 10 yıl süreyle kullanabilecek, bu süre içinde borcunu ödeyemediği takdirde ruhunu Davy Jones’a satmış olacaktır. Burada ruhunu satmaktan kasıt, sonsuza kadar onun kölesi olarak yaşamaktır.

Aradan 10 yıl geçince Davy Jones ortaya çıkar ve Jack Sparrow’dan kölesi olmasını talep eder. Ancak Jack Sparrow’un gitmeye hiç niyeti yoktur. Onun elinden kurtulmak için yeni bir anlaşma daha yapar. Daha sonra Davy Jones onu bulamayınca deniz yaratığını gönderir. Ezelden beri deniz altında yaşayan ve tüm solungaçları hareket halinde olan bu yaratık rolünde Bill Nighy oynadı.

“Pirates 3”te görünmesi konusunu konuşmak için Keith Richards ile görüştünüz mü?

Ben hiç görüşmedim ama Johnny konuştu.

Bunun gerçekleşebileceği konusunda hala umutlu musunuz?

Turnesiyle ilgili bazı çalışma takvimi problemlerimiz var ama bakalım göreceğiz.

İkinci filmin sonu nasıl? Üçüncü bölüm için açık kapı bırakan tarzda mı, yoksa konusu tamamen noktalanan başlıbaşına bir film şeklinde mi?

Duygusal bir sonucu olduğunu sanıyorum. Ancak yeni gelişmeler olabileceğine dair bir açık kapısı da var. İzleyicide üçüncüyü de seyretme isteği yaratacak bir son diyebiliriz.

Televizyona da uyarlamak istiyor musunuz?

Herşey yapılabilir. Umarım Disney yetkilileri bu gemileri geçen defakinden farklı olarak bu kez korurlar, film setlerini bozmadan tutarlar. Böylece yeni bir üçlemeyle yolumuza devam edebiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse bu üçünün üzerine üç tane daha yapmak isterdim ama sonuçta para benim param olmadığı için karar verecek olan da ben değilim.

Daha fazla film çekildiği takdirde Johnny Depp de oynamak istediğini belirtmişti…
Evet, bu karakteri çok seviyor. Evinde bir hayranlar üssü kurdu. İki çocuğu da bu filme bayılıyor. Bence çok iyi bir başlangıç noktası…

Üçüncü bölüm tamamlandığında dördüncü ve beşincinin değerlendirmesi olacak mı?
Keşke olsa da görüşsek… Ancak çekleri ben yazmıyorum.

Bugüne kadar birçok film yaptınız. “Pirates”i bu kadar çok sevmenizin sebebi ne?

“Pirates”i çok sevdiğim doğrudur. Çünkü çocuklarımızı da alıp ailece keyif yapabileceğimiz çok az film var. Normalde çocuklar için son derece aptalca şeyler yapıyoruz ve sonra onlarla beraber oturup izlemek zorunda kalınca, “Şu film bitse de kurtulsam” diye düşünüyoruz. Kısacası o tip filmler yapılırken filmin kendisinden başka herşey düşünülüyor. Sonuçta da ortaya aptalca bir film çıkıyor. Ancak ne kadar aptalca olursa olsun geniş izleyici kitlesine ulaşabiliyor. Bu sadece Amerika için geçerli değil… Dünyanın diğer ülkelerinde daha da büyük izleyici kitlesi var.

“Pirates”i yapmaktaki amaçlarımdan birisi, gerçekten iyi ve kaliteli bir filme imza atmaktı. Yoksa yeteri kadar param var. Daha fazla para yapmama gerek yok. İnsanları eğlendirmek için yaptım bu filmi… Böyle filmler global düzeyde insanları eğlendirir, izleyicinin birkaç saatliğine de olsa kendi yaşamından uzaklaşmasını sağlar. Filmi izlerken kendisini iyi hisseder. Bırakalım insanlar ilgi duyduğu şeyleri izlesin. Kendisini filmdeki karakterlerle aynı mekanlarda hissettsin. O karakterler gibi olmak istesin. Bence gerçek eğlence ve keyif budur.

Disneyland’deki Pirates showunu geliştirmek için planlar var mı?

Bazı değişiklikler yapıldığını biliyorum. Filmin gösterime gireceği günlerde en azından Kaliforniya’da, belki Florida’da showun da açılışı yapılmış olacak. Daha fazlası konusunda bilgi sahibi değilim ama bazı düzeltmeler yapılmakta olduğunu biliyorum.

Filmin setine kendiniz de gider misiniz?

Buraya günde bir kez gelmeye çalışıyorum. Ancak başka sorumluluklarım da var. Kent dışında çalışma olduğunda da film setine bir haftalığına gitmeye gayret ederim. Aktörlerle beraber olmayı seviyorum. Sete her gün gitmeye çalışmamın sebeplerinden birisi de budur.

King Kong Cast & Crew Oyuncular

Release Date (Gösterim Tarihi): December 14th, 2005

Running Time (Uzunluğu): 182 minutes

Distributors (Dağıtımcı): Universal Pictures

Worlwide Distributors (Uluslararası Dağıtımcılar)

Universal Music and Video Distribution Video Distributor

Universal Pictures Distribution Theatrical Distributor

Actors and Actresses (Oyuncular)

Naomi Watts ... Ann Darrow

Jack Black ... Carl Denham

Adrien Brody ... Jack Driscoll

Andy Serkis ... King Kong / Lumpy the Cook

Thomas Kretschmann ... Captain Englehorn

Kyle Chandler ... Bruce Baxter

Colin Hanks ... Preston

Jamie Bell ... Jimmy

Evan Dexter ... Parke Hayes

Lobo Chan ... Choy

John Sumner ... Herb

Craig Hall ... Mike

Ray Woolf ... Helmsman

Directors (Yönetmenler)

Peter Jackson ... Director

Writers (Yazarlar)

Peter Jackson ... Screenplay

Fran Walsh ... Screenplay

Philippa Boyens ... Screenplay

Merian C. Cooper ... Story By

Edgar Wallace ... Story By

Merian C. Cooper ... Screenwriter

Producers (Yapımcılar)

Peter Jackson ... Producer

Fran Walsh ... Producer

Jan Blenkin ... Producer

Carolynne Cunningham ... Producer

Camera, Film & Tape

Andrew Lesnie ... Director of Photography

Editors

Jamie Selkirk ... Editor

Casting

Victoria Burrows ... Casting Director

Liz Mullane ... Casting Director

Production Management

Anne Bruning ... Unit Production Manager

Arwen Munro ... Production Coordinator

Carolynne Cunningham ... Assistant Director

Art Department

Dan Hennah ... Art Director

Simon Bright ... Art Director

Grant Major ... Production Designer

Dan Hennah ... Set Decorator

Sound

Hammond Peek ... Sound

Music

James Newton Howard ... Composer


Publicity

Guy Adan ... Publicity

Below The Line

Choreography


Shona McCullagh ... Choreographer

Randy Cook ... Second Unit Director

Other Crew

Edgar Wallace from original concept

Merian C. Cooper from original concept

Tom Cruise Hayatını Anlatıyor

Acılarla dolu çocukluk dönemi geçiren Tom Cruise geleceğe inançla bakıyor:

“Kendi kimliğimi yaratabilirim”


44 yaşındaki Tom Cruise son dönemde oldukça zor günler geçirdi. Scientology inancından tutun da bugüne dek yaptığı evliliklere kadar herşeyine kamuoyu kuşkuyla yaklaştı. Medya saldırısının giderek yoğunlaştığı görüldü ki, böyle olmasında ünlü aktörün attığı yanlış adımların büyük payı vardı.

Herşey 2005 yılı ilkbaharında Katie Holmes (27) ile birlikte kamuoyunun gözü önüne çıkmasıyla başladı. Katie Holmes’u gelecekteki eşi olarak tanıtmıştı ama gözlemciler onun bu davranışını, “önceden hesaplanmış, samimiyetten uzak bir düzenleme” olarak değerlendirdiler. Hemen ardından Oprah Wenfrey’in televizyondaki şovuna konuk oldu. Stüdyodaki koltuğu adeta tramplen gibi kullanarak Katie Holmes’a olan sevgisini haykırdı ama bu davranışı da tepki çekti.
Tom Cruise’un attığı yanlış adımlar bu kadarla sınırlı kalmadı. NBC televizyonunda yayınlanan “Today” adlı programa katıldığında bu kez Brooke Shields’a yüklendi. Ünlü oyuncunun doğum sonrası depresyonunu gidermek için antidepresan ilaçlar almasının yanlış olduğunu iddia etti. Bununla yetinmeyip psikiyatri bilimine ve tıbben onaylanmış psikiyatrik ilaçlara karşı saldırıya geçerek, “Ben psikiyatriyi hiçbir zaman onaylamadım. Tamamen uydurma bir bilim dalıdır” dedi.

Tom Cruise ile bu söyleşiyi, kızkardeşi Cass, üç çocuğu ve nişanlısı Katie Holmes ile paylaştığı Los Angeles’taki evinde yaptık. Kişisel hayatı hakkında konuşurken normalde kapalı ve savunmacı tarzda davranan Tom Cruise, bu söyleşi sırasında şaşırtıcı şekilde açık ve net konuştu. Özellikle de kamuoyunda çok bilinen ünlü “kendini beğenmiş” havasını bir yana atarak, benliğinin içinde hala sakladığı o korku dolu ve sorunlu küçük çocuğa bakış atmama izin verdi. Sonuçta Tom Cruise bugün dünyanın en büyük film starı olduysa, onu bugünlere getiren yaşam çizgisinin başlangıcında korku dolu, sorunlu ve problemli o küçük çocuk vardı.

“Çevremde beni anlayabilecek bir tane bile yakın arkadaşım yoktu” dedi, “Ben daima yanlış aksanla konuşan, yanlış davranışlarda bulunan yeni çocuktum. Birşeyleri paylaşabileceğim ve güvenebileceğim bir tane bile samimi arkadaşım olmadı.”

Gerçek adı Thomas Cruise Mapother IV olan Tom Cruise’un çocukluk yılları tam bir yoksulluk içinde geçti. “Kaos tüccarı” sözleriyle tanımladığı küfürbaz ve ağzı bozuk bir babanın tahakkümü altındaki Katolik bir aile çevresinden geliyordu. Babası hiçbir zaman doğru düzgün iş sahibi olamayan bir elektrik mühendisiydi. Girdiği her işten kısa sürede kovulduğu için ailesini yeni iş arayışlarının peşinde kasaba kasaba dolaştırmıştı. Babasının sorumsuz hayatı yüzünden Cruise ailesini hayatta tutma mücadelesini şu anda 69 yaşında olan annesi Mary Lee Mapother South vermişti.

Babasından bahsederken hiç de olumlu ifadeler kullanmayan Tom Cruise, “Ödlek, alçak ve zorba kişilikli bir adamdı. Küçükken beni her fırsatta azarlardı. Ne zaman birşeyler ters gitse öfkesini benden çıkarıp tekmeyle döverdi. Onu nasıl sakinleştirmemiz gerektiğini, kendimizi nasıl güvenlikte hissedeceğimizi bilemezdik. Kısa bir an sakin durduktan sonra aniden patlardı. Babamda yanlış birşeyler vardı. Ona asla güvenemezdik ve yanındayken dikkatli olurduk. Bizler için sürekli endişe kaynağıydı” diyor.

Tom Cruise’un çocukluk yıllarındaki bir başka sorunu da okuduklarını anlayamamasıydı. Disleksi olarak bilinen algılama rahatsızlığı olduğu için “normal” çocuklardan ayrı sınıflarda okumak zorunda kalması onda yoğun bir öfke ve dışlanmışlık duygusu uyandırmıştı. Küçük yaşında yapayalnızdı. Başkaları tarafından beğenilme isteğiyle dopdoluydu. Babasının sürekli kent değiştirmesi yüzünden 12 yıllık ilköğretim yıllarını 15 farklı okulda geçirmek zorunda kaldı.
Ünlü aktör çocukluk yıllarına ilişkin kötü anılarını şu sözlerle anlatmaya devam ediyor: “Ufak tefek bir çocuk olduğum için okuldaki irikıyım çocuklar çoğu zaman beni itip kakardı. Öyle anlarda kalbimin hızla attığını, terlediğimi hissederdim. Kusacak gibi olurdum. Okulda hiçbir zaman güçlü kuvvetli bir çocuk olmadım. Kimseye vurmaktan da hoşlanmadım. Ancak o çocuklara ben de vurmamış olsaydım tüm yıl boyunca bana hayatı zehir ederlerdi. Bu yüzden dövüşmeyi öğrendim. Dövüşmeyi bildiğim halde kabadayı tavırlar sergilemek hiçbir zaman hoşuma gitmedi.”

7 yaşına geldiğinde Tom Cruise’a okuma yetersizliği teşhisi konuldu. Gerisini kendisinden dinleyelim: “Bazı testlerden geçmek için okul tarafından psikiyatri servisine gönderildim. Orada beni inceleyen psikiyatristler, ‘Bu çocukta disleksi var’ teşhisi koydular. Böylece etiketlenmiş oldum. Bu da beni bunalıma sürükledi. Küçük yaşımda saygınlığımdan çok şeyler yitirmiştim.”
Şu anda psikiyatriyi küçümsemesinin, ciddiye almayışının temelinde bu olay olduğunu saklamayan Tom Cruise, sözlerine şöyle devam ediyor: “Küçükken bana psikiyatristler, ‘Bu çocuk normal değil’ demişlerdi. O zamanlar kendi kendime, ‘Peki normal nedir? Ben normal miyim? Neyin normal olduğunu kim söyleyebilir?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. ‘Normal’ denilerek neyin kastetildiğini o zaman anlamamıştım. Bugün de ‘normal’ kavramı bana hiçbir şey ifade etmiyor. Biraz büyüyünece psikiyatri biliminin temellerini araştırmaya başladım. Etiketlerin hiçbir anlamı olmadığını fark ettim. Etiketler bence çözüm değildir ama psikiyatristler ne yazık ki insanları etiketliyorlar.”

Tom Cruise’un annesiyle babası 1974 yılında boşandılar. O zaman henüz 11 yaşında olduğunu belirten ünlü aktör, boşanma sonrasında neler olup bittiğini şöyle anlatıyor:

“Annemle babamın boşanması acı verici bir deneyimdi. Annem sonunda babamın karşısına dikilip, ‘Buraya kadar! Seni artık daha fazla çekmeyeceğim. Güle güle!’ diyecek cesareti bulmuştu. İnsanlar kendi hayatlarını yaratabilirler. Annemin kendi hayatını nasıl yaratabildiğine yakından tanık oldum. Çocuklarını hayatta tutabilmek gibi bir imkansızı gerçekleştirdi. Aynı anda üç işte birden çalışarak bizi büyüttü. Küçükken annemden duyduğum, ‘Biz bu işi başaracağız’ sözü hala kulaklarımdadır. Annemin cesaretini gördükten sonra ben de kendi hayatımı yaratmaya, başkalarının ne dediğine aldırmamaya karar verdim. Yaşamımın her aşamasında annemi örnek aldım.”

Tom Cruise’un annesi, çocuklarını topladığı gibi Louisville’e taşındı. O zamanlar 12 yaşında olan ve neredeyse 10 yıl boyunca babasını bir daha hiç görmeyen Tom’un babasıyla tekrar karşılaşması hastane koşullarında gerçekleşti. Ünlü aktör o günkü duygularını şöyle anlatıyor:

“Babamın kanser olduğunu, hastanede yattığını duyunca 10 yıl aradan sonra ziyaretine gittim. Geçmişle ilgili hiçbir şey sormamaya, geçmişi konuşmamaya özen gösterdim. Nefret ettiğim babamı acılar içinde ve yapayalnız görünce, ‘Wow, ne kadar da yalnız bir hayat yaşamış’ diye düşündüm. Henüz 40’lı yaşlarında olduğu halde inanılmaz derecede çökmüştü. Çevresinde hiç kimsesi yoktu. Zaten ziyaretimden kısa süre sonra öldüğünü haber aldım.”

Tom Cruise ergenlik çağına geldiğinde Cincinnati’de Katolik kilisesinin düzenlediği seminerlere devam etti. Kim olduğunu, nereye ait olduğunu öğrenmeyi umuyordu. Rahiplik kurumunu dikkatle inceledi. Gelecekte rahip olabileceğini düşünmeye başladı. Ancak aradan bir yıl geçtikten sonra spritüalizme yakın ilgi duymasına rağmen rahipliğin kendisine göre olmadığına karar verdi.

Yeniden annesiyle üvey babasının yaşadığı New Jersey’e dönen Tom Cruise, öğrenim gördüğü Glen Ridge Lisesi öğrencilerinin oynadığı “Guys and Dolls” adlı oyunda sahneye adımını attı. Kendisini sahnede son derece rahat hissetmiş, büyük keyif almıştı. Artık aktör olmak istiyordu.
1980 yılında liseden ayrılmayı tercih ederek Manhattan’ın yolunu tuttu. Aktör olmaya kesin kararlıydı. 1981 yılında oynadığı “Taps” adlı film küçük çaplı başarı elde etmiş ama Tom Cruise’a kariyer getirmişti. İki yıl sonra oynadığı “Risky Business” adlı filmde yıldızlaştığında 21 yaşındaydı.

Sonrasını kendisinden dinleyelim: “Başarıyı yakalayınca endüstrideki insanların bana olan yaklaşımı da değişti. Aniden hiç ummadığım kadar büyük paralar teklif edilmeye başladı. Bu teklifler karşısında kendi kendime, ‘Aman dikkatli ol’ şeklinde telkinler yapma gereği hissettim. Endüstrideki her insana güvenilmemesi gerektiğinin farkındaydım. Çevresindekileri sürekli inciten bir babadan geldiğim için insanlara karşı temkinliydim. Bu yüzden her adımımı dikkatli atmaya çalıştım.”

Tom Cruise’un Hollywood’daki başarısı olağanüstü düzeyde oldu. Bugüne kadar oynadığı toplam 20 filminin dünya çapındaki hasılatı 5,5 milyar doları aştı. Sinema kariyerinde çok parlak bir seyir izleyen Tom Cruise’un evlilikleri ne yazık ki iyi gitmedi. İlk evliliğini 1987 yılında 24 yaşındayken yaptı. O dönemin ünlü kadın oyuncularından 31 yaşındaki Mimi Rogers ile evlenmişti ve eşi kendisinden 7 yaş büyüktü. Üstelik Mimi Rogers, 1950’li yıllarda bilimkurgu yazarı L. Ron Hubbard tarafından kurulan Scientology dininin üyesiydi.

Tom Cruise bu tarikata 1990 yılında katıldı. Hubbard’ın geliştirdiği din, kendisini terk eden babasının yerini almıştı. Öte yandan Mimi Rogers ile yaptığı evlilik zaten başından beri yanlıştı. Nitekim fazla uzun ömürlü olmadı ve aynı yıl içinde sona erdi.

Tom Cruise boşandıktan sonra aynı yıl içinde Avustralyalı kadın oyuncu Nicole Kidman ile tanıştı. İkisinin tanışması “Days of Thunder” adlı filmin setinde gerçekleşmişti. 22 yaşında bir Katolik olan Nicole Kidman ile 1990 yılının Noel gecesinde evlendi.

1998 yılında Nicole Kidman ile birlikte, Londra’da yayınlanan tabloid gazetelerden birisine karşı asılsız haber davası açtılar. Londra gazetesinde Tom Cruise’un gay olduğu, dolayısıyla evliliğinin de yapmacık olduğu iddia edilmişti. Ertesi yıl bu kez Star adlı bir tabloid gazeteyi mahkemeye verdiler. Dava gerekçesi ise, 1999 yılında beraber oynadıkları “Eyes Wide Shut” adlı filmdeki seks sahnelerinin daha iyi olması için bir seks uzmanıyla anlaştıkları şeklindeki haberdi. Star gazetesi sonradan bu haberin gerçek olmadığını duyurarak geri adım attı.

Nicole Kidman ile evliliğinin 10. yılını kutladıktan çok kısa sonra boşanmak için mahkemeye başvuran Tom Cruise bu ani kararıyla herkesi bir kez daha şaşırttı. Nicole Kidman kızmıştı ama boşanmayı kabul edince dava kısa sürede sonuçlandı. Tom Cruise – Nicole Kidman ikilisi şu anda, evlilikleri sırasında evlat edindikleri Connor (11) ve Isabella (13) adındaki iki çocuklarının bakımını dönüşümlü olarak paylaşıyorlar. Nicole Kidman’ın country şarkıcısı Keith Urban ile ilişkisi de devam ediyor.

Tom Cruise’a geçmişteki evlilikleri konusunda ne düşündüğünü de sordum. Son derece samimi bir üslupla şu yanıtı verdi: “Mimi Rogers ve Nicole Kidman ile yaşadığım iyi günleri asla unutmam. Beraber yaptığımız herşeye saygı duyuyorum. Yaşanan kötü şeyleri ise düşünmemeye çalışıyorum. Bence hayat denilen serüven her türlü kalp acıları, üzüntüleri ve korkularıyla bir bütündür. Bunlar olmazsa hayatın da olmayacağını insan zamanla öğreniyor. Belki zaman alıyor ama başarılabiliyor.”

Tom Cruise’un yanından ayrılmadan önce beni 1.87 m. boyundaki nişanlısı Katie Holmes ile de tanıştırdı. Cruise’un boyunun 1.80 olduğunu düşünecek olursak eşi kendisinden 7 cm. daha uzundu. Katie Holmes’un parmağında büyük bir elmas nişan yüzüğü olduğunu gördüm. Göz kamaştırıcı bir güzelliği vardı. Ancak oldukça pasif ve dalgın görünüyordu.

Katie Holmes’un görünmesiyle birlikte Tom Cruise’un o çok iyi bilinen davranış modelinin geri geldiğine tanık oldum. Nişanlısına ne kadar güzel göründüğünü söylemeye, ona dokunmaya ve öpmeye başladı. Bu hareketleriyle sanki, başkalarının gördüğünü bile bile sınıfın arka sıralarında flörtüne kur yapan liseli çocuklar gibiydi.

Yüzüne kocaman bir gülümseme yayılarak, “Çok ama çok mutluyum. Yakında bebeğimiz geliyor. Artık tek amacım şu dünyada olabilecek en iyi baba olabilmek, çocuklarıma düşünmeyi öğreterek kendi kararlarını kendilerinin vermesini sağlamak” dedi.

Kısa bir an durduktan sonra son sözlerini söyledi: “Size mutluluğun ne olduğunu söyleyeyim mi? Bence mutluluk, problemlerle yüzleşebilmek ve aşabilmektir. Hayatın gerçeklerinden kaçmamak, hayatı tüm ihtişamıyla bir bütün olarak görebilmektir.”

Söyleşi: Dotson Rader, Parade Magazine, 9 Nisan 2006

Ölü Adamın Sandığı George Marshall Ruge anlatıyor

“Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest”in sinemalardaki gösterimine sadece birkaç hafta kaldı. Artık patlamış mısırımızı alıp tarihin en iyi –bakış açısına bağlı olarak belki de en berbat- korsanının geri dönüşüne hazırlık yapma vaktidir.

Evet, Kaptan Jack Sparrow geri döndü. Hollywood’un en ekstrantik ama en iyi giyinen korsanı Jack Sparrow rolünde yine Johnny Depp var. Jack Sparrow’un entrikalarla, komediyle ve doğaüstü olaylarla dolu yeni macerasına bir türlü kavuşamayan genç aşıklar Will Turner (Orlando Bloom) ile Elizabeth Swann da (Keira Knightley) eşlik ediyorlar.

2003 yılında izlediğimiz ilk “Karayip Korsanları” filminin dolu dolu keyifleri arasında, Johnny Depp’in Oscar adaylığını hak eden performansının yanısıra zekice düzenlenmiş kılıç dövüşü ve aksiyon sahneleri vardı. Hepsi de birbirinden heyecan verici ve zarifti.

Aşağıda okuyacağınız çok özel söyleşide, “Karayip Korsanları” filmlerinin aksiyon sahnelerinin arkasındaki adam olarak tanınan George Marshall Ruge ile konuştuk. Aynı zamanda bir şair, senaryo yazarı ve aktör olan George Marshall Ruge, bugüne kadar çekilen iki “Pirates” filminde ve önümüzdeki yıl gösterilecek üçüncüsünde akrobatik sahneler koordinatörlüğü görevini üstlendi.

Geçtiğimiz yıllarda “National Treasure – Ulusal Hazine” ve “Lord of the Rings – Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinin üçünde de aynı görevi üstlenen George Marshall Ruge, “Tüm oyuncu ve teknik ekipler, Pirates filmlerine yüreğini ve ruhunu koydu” diyor.

Deneyimli koordinatör bu söyleşide sıcak ve nem altında çalışmayı, Johnny Depp’in kılıç kullanma becerisini ve su üzerinde çalışmanın getirdiği tehlikeleri anlattı.

“Dead Man’s Chest”i ilk “Pirates of the Caribbean” filmi olan “The Curse of the Black Pearl” ile kıyaslayacak olursanız neler söylersiniz?

İzleyicinin “Dead Man’s Chest”te çok şaşıracağına inanıyorum. İkinci film görsel açıdan son derece çarpıcı… Buna aksiyon boyutunun özgün yapısını ve zaman zaman epik boyut kazanmasını da ekleyebiliriz. Bazı açılardan belki biraz daha karanlık ama ilk filmi bu kadar unutulmaz kılan nitelikli espri, zeka ve büyüleyicilik gibi özelliklerin hepsine fazlasıyla sahip…

Filmin yapımında üstlendiğiniz aksiyon ve akrobatik hareketler gibi unsurları hayata geçirirken ilk filmin üzerine çıkmakta zorlandığınız anlar oldu mu?

Özellikle aksiyon sözkonusu olduğunda bir önceki filmin üzerine çıkmaya çalışma gayretine girerseniz tamamen yanlış bir yaklaşımdan yola çıkmış olursunuz. Böyle yaptığınız takdirde aksiyon olsun diye aksiyon yapmış olursunuz ki, bence mantıksız bir yaklaşımdır. Bu filmin aksiyon sahnelerindeki en büyük zorluk, her filmde olduğu gibi öykünün dokusuna uygun şekilde aksiyon yaratmak oldu.

İlk “Pirates” filminde unutulmaz aksiyon sahneleri vardı. Bunlardan birisi de, filmin açılışında Kaptan Jack Sparrow (Johnny Depp) ile Will Turner’ın (Orlando Bloom) dövüş sahnesiydi.

“Dead Man’s Chest”te favori sahneniz var mı?

Bu filmde üçlü kılıç dövüşü sahnesi vardır. Çekimi en zor ama kişisel açıdan en tatmin edici sonuç getiren sahne o oldu. Jack Sparrow (Johnny Depp), Will Turner (Orlando Bloom) ve Norrington (Jack Davenport), okyanusun içine doğru giren beyaz kum şeridinde kılıç dövüşüne başlarlar. Bu sahnede gerçek anlamda panoramik görüntü vardır. Kılıç dövüşü onları terk edilmiş bir kiliseye götürür. Ardından enkaz haline gelmiş iskeletlerle dolu duvarlarda devam eder. Daha sonra dövüşe dövüşe dev bir yeldeğirmenine gelirler. Orman içinde kılıç şakırdattıktan sonra yeniden kumsala dönerler. “Dead Man’s Chest”teki favori sahnem bu oldu.

Sadece dinlemesi bile heyecan verici…

Çekmek kolay olmadı ama elde ettiğimiz sonuçtan gurur duyduk. Aktör ve dublörler bu sahnenin çekimi sırasında adeta milk shake kıvamındaki kumların, aşırı sıcak ve nemin getirdiği zorluğa dayanmak zorundaydılar. Bu koşullar altında zoru başardılar.

Böyle bir sahnenin çekimi için gereken çalışmayı ölçmek mümkün mü?

Aylarca süren hazırlık, eğitim, donanım ve prova çalışması yapıldı. Aslında benim açımdan bakarsak günde 24 saat bazında çalışma oldu diyebilirim. Çünkü hiç aklımdan çıkmadı. Filmin çekimi açısından ise birinci ve ikinci üniteler arasında nerden baksanız 6 haftalık çalışma yapıldı.

Başrollerde oynayan Johnny Depp ile Orlando Bloom’un ikisinin de daha önceden kılıç dövüşü deneyimi vardı. Bu deneyimi “Pirates of the Caribbean”da kazanmamışlardı. Bu konuda ikisi için de eski profesyoneller diyebilir miyiz?

Her film kendisine özgü yeni zorlukları beraberinde getirir. Ancak Johnny Depp’in doğuştan gelen atletik yapısı olduğu için çok kısa süreli çalışmayla rolünün hakkını verdi. Aslında diğer başrol aktörleri de sınırlı prova süresiyle aksiyon sahnelerini başardılar. Bugüne kadar Orlando Bloom ile “Lord of the Rings” üçlemesi de dahil olmak üzere altı film yaptım. Kılıç kullanımı konusunda son derece rahat ve becerikli olduğu için beni hiç zorlamadı diyebilirim.

Kaptan Jack Sparrow ile Will Turner’ın dövüş tekniklerinin tasarımını yaparken onların kişilik yapısını yansıtmasını hedeflediniz mi?

Kesinlikle… Herşeyden önce karakter üzerinde odaklanırım. Kaptan Jack Sparrow karakterinin dövüş tekniğini ilk filmden biliyoruz. Girdiği her dövüşte sanki o durumdan sıyrılmanın daha kolay bir yolu varmış gibi kaçak dövüşür. Jack Sparrow’un kişilik yapısında ağır basan bu yönünü vurgulayacak şekilde düzenledim. Kaptan Jack Sparrow’un kahraman olmak gibi bir derdi yoktur. Buna karşılık Will Turner’ın kişilik yapısı tamamen farklıdır. Doğru bildiği kavramlar adına ölmeyi göze alacak kadar korkusuzdur. Johnny Depp kendi fiziksel aksiyon tarzını Jack Sparrow’a uygun düşecek şekilde yeniden düzenledi. Her hareketinin en küçük detaylarına bile önem vermek suretiyle karakteri geliştirdi ve seyrine doyum olmayacak dövüş sahnelerini hayata geçirdi.

Johnny Depp ve Orlando Bloom aksiyon sahneleri konusunda istekli miydi?

Her ikisi de elinden gelenin en iyisini yapmak istiyordu. Bu yüzden aksiyon sahnelerine büyük tutkuyla yaklaştılar. Ancak kesinlikle emin olduğum bir şey var. Kavurucu sıcak altında dev bir dönen tekerleğin içinde bağlı olmaktansa romantik ve esprili sahnelerde diyalog yapmayı tercih ederlerdi. Çünkü o sıcakta aksiyon sahnesi yapmak pek akıl karı değildi.

Keira Knightley bir söyleşi sırasında “The Curse of the Black Pearl”de yeterince aksiyon sahnesinde oynayamadığı için kızgın olduğunu ifade etmişti. “Dead Man’s Chest”te bu isteğini gerçekleştirebildi mi?

Bence Keira Knightley artık aksiyon yetersizliğinden şikayet edemez. Bu filmde bol miktarda aksiyon sahnesinde oynadı. “Dead Man’s Chest”e başlamasının öncesinde “King Arthur”de çalışmıştı. Keira’nın atletik vücut yapısı vardır. Ayrıca koreografiyi öğrenme konusunda fotoğrafik hafızaya sahip olduğunu söyleyebilirim.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu filmde yer alacak sahnelerin karmaşıklığını ve boyutunu gördüğü zaman biraz endişeye kapıldı. Ancak Keira’nın son derece inatçı ve kararlı bir kişilik yapısı vardır. Endişesi kısa sürede kararlılığa dönüştü ve her sahneyi fantastik şekilde oynadı.

Hollywood’un Altın Çağı’yla kıyaslayınca klasik kılıç dövüşü sahnelerine günümüzde daha az rastlandığını görüyoruz. “Pirates of the Caribbean” gibi büyük ölçekli bir filmde ihtiyaç duyduğunuz yardımcı aktörleri ve figüranları bulmak zor oldu mu?

Evet, hayli zor oldu. Eskiden tüm eğitimli aktör ve figüranların “sahne dövüşü” ve eskrim gibi konularda altyapısının olduğu dönemler vardı. Şimdilerde böyle eğitimli aktör bulmak kolay değil. Artık sadece “yaparım, deneyebilirim” diyorlar. Öte yandan “Gladiator” ve “Lord of the Rings” üçlemesi gibi periyod filmlerinin ardarda yapıldığı dönemden geçtik. O filmlerde oynayan aktörler kendilerini bir de kılıç dövüşünde denemek için iyi bir sebep buldular.

“Dead Man’s Chest”in çekimlerinde kaç figüran kullandınız? Onlar gerektiği zamanlarda başrol aktörlerinin yerini aldılar mı?

80’den fazla figüran vardı. Başrol aktörlerinin yerine oynadıkları anları genelleştirmek zordur. Bu konuyla ilgili çok sayıda faktör vardır. Güvenlik unsurunun önemi kadar aktörün kendi akrobatik hareketlerini kendisi yapması konusunda istekliliği de önem taşır. Neyse ki, “Pirates” filmlerindeki başrol oyuncularının hepsi bu konuda istekli ve yetenekliydi.

Suyun üzerinde ve içinde çalışmak işinizi hangi ölçüde zorlaştırdı?

Rüzgar, yağmur, dalga ve gelgit gibi doğa olayları, önceden hazırlanmış çok iyi bir planı bile felakete dönüştürebilir. Bu filmin çekimi sırasında çok zorlu deniz koşullarında çalışmak zorunda kaldık. Denizin kabardığı sıralarda gemiler çılgınca sallanıyordu. Gemi direklerinin kimi zaman öne ve arkaya doğru 10 metreden fazla gidip geldiğini görüyorduk.

Geminin Batması adını verdiğimiz sahnenin çekimi sırasında teknik ekiplerimiz geminin kısmen batmış arka bölümünde çok dar bir alan bularak orada çalıştılar. Çoğumuz dizlerimize kadar deniz suyu içindeydik. Sürekli kabaran deniz karşısında ayakta durmakta bile zorlandığımız anlar oldu. Gecenin ilerleyen saatlerinde deniz koşulları daha da kötüleştiği için tüm çalışanların yağmurluğu sırılsıklam oluyordu. Bütün gün tuzlu su içinde durduğu için ayaklarımızın turşu gibi olduğunu, iliklerimize kadar donduğumuzu hissediyorduk.

Bugüne kadar yaptığınız tüm filmler arasında “Pirates” filmlerini nasıl bir konuma oturtuyorsunuz? En ilginç? En zorlayıcı? En keyif verici?

İlginç bir soru… Aslında bu soruya üçüncü filmi bitirdiğimiz zaman cevap versem daha iyi olurdu. Yine de bir perspektife oturtacak olursak, “Pirates” üçlemesi tamamlandığı zaman profesyonel hayatımın üç yılını bu serinin başarısına adamış olacağım. Bu projeye en başından itibaren katılıp sonuna kadar devam ettiren insanlar olarak, hayatımızın çok önemli bir parçası ve profesyonel kariyerimizin kilometre taşı olduğuna hiç kuşku yok.

İlginç mi? Bence kesinlikle ilginç… Zorlayıcı mı? Olağanüstü zorlayıcı… Keyif verici mi?

Kesinlikle değil! (Kahkahalar). Ancak bence sormadığınız bir soru daha var. Bunca zahmete ve emeğe değer miydi? İşte bu konuda hiç kuşkum yok. Pirates oyuncu ve teknik ekiplerinden oluşan siper savaşçılarının bu filmleri yaparken çok sayıda duygusal dönemeçten geçtiğini, çok çeşitli deneyimler yaşadığını düşünüyorum. Ancak filmlerin bitmiş hali en büyük ödülümüzdür.
Son olarak, “Pirates of the Caribbean 3”ten ne bekleyebileceğimiz konusunda bir ipucu verebilir misiniz?

Yeni bir büyüleyici yolculuk!

Bill Nighy Pirates of the Caribbean Ölü Adamın Sandığı

Bill Nighy’nin asla unutamayacağı bir andı. “Pirates of the Caribbean”ın yönetmeni Gore Verbinski ile birlikte “kendi” kanyonu The Flying Dutchman’in güvertesine ilk kez adım attığında gördüğü tablo karşısında soluğunun kesildiğini hissetti.

“Yönetmeniz Gore Verbinski bir gün bana, “Filmde kullanacağın gemini gördün mü?” diye sordu. “Hayır, henüz görmedim” diye cevap verince, “Görünceye kadar bekle” dedi. Daha sonra geminin güvertesine ilk çıktığımda gördüğüm tablo karşısında soluksuz kaldığımı hissettim. “Böyle mükemmel birşeyden beni nasıl uzak tutabildiler?” diye düşündüğümü hatırlıyorum.”

Oynayacağı filmin ne kadar büyük ölçekli bir proje olduğunun farkına vardığı an belki de o andı. Üstelik Gore Verbinski ve ekibi o dev kanyonda sadece “Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest”i çekmekle kalmayıp, “Pirates 3”ü de aynı günlerde arka arkaya çekecekti.

“Olağanüstü zor bir projeydi” diyor Bill Nighy ve devam ediyor: “Gore bu zor işin üstesinden gelmeyi bildi. Kamera önündeki herşeyin en küçük detayına bile dikkat etti. Aktörlerin parmağındaki yüzükten tutun da perdelerin tasarımına kadar hiçbir detayı gözden kaçırmadı.”

“Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest”te, 2003 yılında gösterime giren ve olağanüstü gişe başarısına ulaşan ilk “Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl”in starları yeniden bir araya geldi. Sevimli ve üçkağıtçı kaptan Jack Sparrow rolünde Johnny Depp oynarken Will Turner ve Elizabeth Swann karakterlerini sırasıyla Orlando Bloom ve Keira Knightley üstlendiler. Yeni filmin kadrosuna ilk filmde yer almayan yeni aktörler de katıldı. İnsanların ruhlarını satın alan mistik korsan Davy Jones rolünü üstlenen İngiliz aktör Bill Nighy bu yeni oyunculardan birisi oldu.

Bill Nighy filmde portresini çizdiği bu karakteri şu sözlerle yorumluyor: “Davy Jones’un filmdeki işlevi, insanların yüreğine ölüm korkusu salmaktır. Herhangi bir şekilde Davy Jones veya korku gemisindeki mürettebatıyla karşılaşmışsanız hayatınız artık ölüm noktasına ulaşmış demektir. Davy Jones ölüm noktasında ortaya çıkacak ve size bir anlaşma teklif edecektir. Tüm maddelerini Davy Jones’un hazırladığı bu anlaşma tek taraflı bir anlaşmadır. Artık ona aitsinizdir, onun kölesi olursunuz. Başınıza hayal bile edemeyeceğiniz şeyler gelir.”

Londra doğumlu aktörün hayranları, onu ekranda gördükleri zaman gerçek bir sürpriz yaşayacaklar. Çünkü ünlü aktörün yüzü bilgisayar teknolojisi sayesinde tanınmayacak hale getirilerek deniz canavarlarına dönüştürüldü. Aslında Bill Nighy’nin kendisi de, bilgisayar ortamında değiştirilmiş yeni imajını ilk gördüğünde şaşkınlıktan donakaldı. Film setinde “gri pijama” adı verilen ve üzeri CGI katmanlarıyla (bilgisayar ortamında üretilen görüntüler) donatılabilen bir giysi giyiyordu. Yüzüne de teknisyenlerin solungaçları tutturmak için kullandığı birtakım noktacıklar konulmuştu.

“İzleyici onu filmde yarı yengeç / yarı mürekkepbalığı-kalamar şeklinde görecek. Ancak bu görünümün derinliğinde bir insan vardır” diyen Bill Nighy, yeni imajını ilk gördüğünde neler hissettiğini şöyle açıklıyor: “Kendimi böyle görmek gerçekten olağanüstü… Çılgınca diyebilirim. Yüzüme yerleştirilen solungaçların canlı olması sebebiyle yüzüm her yöne doğru hareket edebiliyordu. Tek kelimeyle büyüleyici olduğunu söyleyebilirim. Başlangıçta baş hareketlerimi ayarlamakta biraz zorlandım ama sonrasında böyle bir imajla dolaşmak hoşuma bile gitti.”
İlk “Pirates” filminin koyu hayranı olan Bill Nighy, ikinci filmdeki Davy Jones rolü teklif edildiğinde hemen kabul etmekten zevk duyduğunu belirterek şöyle konuşuyor:

“İlk film izleyici tarafından çok sevildi, insanların belleğinde kalıcı yer edindi. Bu başarıda Johnny Depp’in sergilediği performansın büyük rolü vardı. Uzun yıllar boyunca kalıcı olacak, ileride torunlarımıza bile göstereceğimiz derecede kusursuz bir performanstı. Johnny’nin o filme büyük katkısı oldu. Esprili, zekice, cesur, etkileyici, keskin ve ikonik bir performans sergiledi. Bu özellikler her zaman bir araya gelmez ama Johnny zoru başararak o karakteri kalıcı hale getirdi.”

İkinci “Pirates of the Caribbean”ın kadrosunda İngiliz aktörler ağırlıktaydı. Eski kafalı James Norrington rolünde Jack Davenport oynarken, korsan Ragetti rolünü McKenzie Crook üstlendi. İngiliz Vali Weatherby Swann rolünde Jonathan Pryce, Lord Cutler Beckett rolünde Tom Hollander oynadı. Filmin kadrosunda çok sayıda İngiliz aktör yer alınca, çekimler Karayiplerdeki Bahama adalarında yapıldığı halde Bill Nighy kendisini adeta evinde gibi hissetti.

Başta Bill Nighy olmak üzere oyuncuların büyük bölümü bu yazın sonlarında “Pirates 3”ün çekimlerine devam etmek için çalışmaya geri dönecekler. Filmin çekimleri sırasında yaşadığı deneyimi inanılmaz keyifli bulduğunu her fırsatta belirten İngiliz aktör, “Pirates” serisiyle ilgili düşüncelerini şu sözlerle özetliyor:

“Bu tamamen kendi sınıfında bir filmdir. Kendi kategorisinin tek filmi olduğunu söyleyebilirim. Dayanılması imkansız bir cazibesi vardı. Dayanamadım ve yaptım.”

Bugün 56 yaşında olan Bill Nighy, gazetecilik hayalleri uğruna İngiltere’nin Surrey kentindeki okulunu yarıda bıraktı. Önceleri Field dergisinin Londra ofisinde gazete dağıtıcısı olarak çalıştı. Daha sonra şansını Paris’te denemeye karar verdi. Bir roman yazmayı planladığı halde o romanı hiçbir zaman bitiremedi. “Başlığından öteye geçemedim” diyor o günlerini anımsarken…

Paris’te beş parasız kalınca İngiliz konsolosluğunun yardımıyla İngiltere’ye geri gönderildi. Bir arkadaşının tavsiyesiyle Guildford Dans ve Drama Okulunda oyunculuğu deneyerek bu alanda kendisine yer edinmeye karar verdi. Bir daha da dönüp geriye bakmadı.

İngiltere’nin en popüler aktörlerinden birisi olan Bill Nighy’nin kariyerinde çok sayıda başarılı sahne oyunu, televizyon dizisi ve film yer alıyor. Son dönemde “State of Play” adlı BBC dizisinde gazete editörü Cameron Foster rolünde oynadı. Richard Curtis’in yönettiği “Love Actually”de yıldızı sönen rock yıldızının portresini çizdi. “Underworld” adlı filmde vampir; “Hitchhiker’s Guide to the Galaxy”de uzaylı yaratık; “The Constant Gardener”da diplomat oldu.

Ünlü aktör şu sıralarda “Stormbreaker” adlı İngiliz yapımı casusluk gerilim filminde Judi Dench ile, “Notes on A Scandal” adlı drama filminde de Cate Blancett ile başrolü paylaşıyor. Bu filmlerin her ikisi de bu yıl içerisinde gösterime girecek.

Bill Nighy, kendisi gibi sinema oyuncusu olan karısı Diana Quick ile birlikte Londra’da yaşıyor.

Davy Jones hakkında neler anlatabilirsiniz?

Davy Jones sevgi ve şans tarafından dönüştürülmüş bir adamdır. İzleyici onu filmde yarı yengeç / yarı mürekkepbalığı-kalamar şeklinde görür. Ancak bu görünümün derinliğinde bir insan vardır ve o insan İskoçyalıdır. Neden böyle olduğunu belki ileride öğreneceğiz.

Davy Jones’un filmdeki işlevi, muhatap olduğu insanların yüreğine ölüm korkusu salmaktır. Herhangi bir şekilde Davy Jones veya korku gemisindeki mürettebatıyla karşılaşmışsanız hayatınız artık ölüm noktasına ulaşmış demektir. Davy Jones ölüm noktasında ortaya çıkacak ve size bir anlaşma teklif edecektir. Tüm maddelerini Davy Jones’un hazırladığı bu anlaşma tek taraflı bir anlaşmadır. Artık ona aitsinizdir, onun kölesi olursunuz. Başınıza hayal bile edemeyeceğiniz şeyler gelir.

Mürettebatıyla ve gemisiyle birlikte okyanuslardaki en büyük güç odağı haline gelmiştir. Eğer Davy Jones ve mürettebatı sizin tarafınızdaysa mükemmel konumda olursunuz. Onlar karşı taraftaysa unutun gitsin, başınıza gelmedik kalmaz.

Korsan olduğu halde sakalı bile yoktur. Dıştan bakıldığında çenesinin kenarlarından sürekli hareket halinde olan solungaçlar fışkırmış bir mürekkepbalığı/kalamar görünümündedir. Aslında filmin fragmanından da görebileceğiniz gibi, bu solungaçlar bir nevi sakal görünümü de verir.

Davy Jones’un kendi gemisi var mı?

Evet, The Flying Dutchman / Uçan Hollandalı adlı bir gemisi vardır. İnanılmaz güzel bir gemidir. Yönetmeniz Gore Verbinski bir gün bana, “Filmde kullanacağın gemini gördün mü?” diye sordu. “Hayır, henüz görmedim” diye cevap verince, “Görünceye kadar bekle” dedi. Daha sonra geminin güvertesine ilk çıktığımda gördüğüm tablo karşısında soluksuz kaldığımı hissettim. “Böyle mükemmel birşeyden beni nasıl uzak tutabildiler?” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
“Karayip Korsanları”nda birbirinden mükemmel üç tane gemi vardır. Bunlardan birisi, Johnny Depp’in oynadığı korsan Jack Sparrow’un The Black Pearl / Siyah İnci adlı gemisidir. O dönemin gerçek gemilerinden birisinin replikasıdır ama filmde kullanılacağı için güvertesinin altına motorlar konuldu. Bu yüzden de olağanüstü hızlarda hareket edebilir. İkinci gemi benim kullandığım The Flying Dutchman’dir. Üçüncüsü ise filmin diğer kötü adamı rolündeki Tom Hollander’ın kullandığı Doğu Hindistan Şirketine ait The Endeavour / Gayret adlı gemidir. Filmin bir sahnesinde bunların üçünü açık ve berrak bir Karayip gecesinde yanyana görürsünüz ki, seyrine doyum olmaz.

Gore Verbinski ile görüşmeye gittiğinizde ilk filmi görmüş müydünüz?

Evet görmüştüm. İlk film izleyici tarafından çok sevildi, insanların belleğinde kalıcı yer edindi. Bu başarıda Johnny Depp’in sergilediği performansın büyük rolü vardı. Uzun yıllar boyunca kalıcı olacak, ileride torunlarımıza bile göstereceğimiz derecede kusursuz bir performanstı. Johnny’nin o filme büyük katkısı oldu. Esprili, zekice, cesur, etkileyici, keskin ve ikonik bir performans sergiledi. Bu özellikler her zaman bir araya gelmez ama Johnny zoru başararak o karakteri kalıcı hale getirdi.

“Dead Man’s Chest”in öyküsünü ana hatlarıyla anlatır mısınız?

Jack Sparrow, Davy Jones ile bir anlaşma yapmıştır. Şeytanla yapılmış bir anlaşma gibi olduğu için Şeytanla Sözleşme de diyebiliriz. Bu anlaşma çerçevesinde Siyah İnci gemisini geri alarak yaşama hakkını kazanmıştır. Ancak Davy Jones’a borcunu zamanında ödeyemediği takdirde sonsuza kadar onun kölesi olacaktır. Süre biter ve borcunu ödeme günü gelir. Ancak film boyunca borcunu ödememek için her çareye başvurur. Bu arada genç aşıklar rolündeki Keira Knightley ile Orlando Bloom’un öyküsü de devam eder. Jack Davenport’un oynadığı rol de çok önemlidir.

Filmin oyunca kadrosunda çok sayıda İngiliz aktör var? Onları şahsen tanıyor musunuz?

Evet hepsini yakından tanıyorum.

Onlarla beraber oynamak nasıldı?

Çok eğlenceliydi. Filmin diğer kötü adamını Tom Hollander oynadı. Tom ile daha önce üç filmde beraber çalışmıştım. Aramızda çok iyi bir uyum olduğu için iyi anlaştık.

İki devam filminin çekimleri arka arkaya yapıldı. Evinizden ne kadar süre uzak kaldınız?

Uzun soluklu bir sözleşmeydi. Çekilmesi gereken iki film birden olduğu için normalinden daha uzun sürdü. Ancak aradaki boşluklarda başka filmler yapabiliyordum. Uzun soluklu sözleşme geçtiğimiz sonbaharda sona erdi. Noel’den önce iki ay ve sonrasında bir ay olmak üzere tatil yapma fırsatı bulduk. Filmin büyük bölümü Bahama adalarında, bir kısmı da Exhuma’da çekildi.

Bu kadar uzun süre Karayiplerde olmak nasıl bir duyguydu?

Oraya giderken yanıma aldığım bagajım kitaplardan oluşuyordu. Yanıma kitaplarım ve i-pod’umun dışında hiçbir şey almadım. Bu arada i-pod’uma bol miktarda Bob Dylan ve Rolling Stones şarkısı yüklediğimi de belirteyim. Çekim günlerindeki boş zamanlarımda sadece müzik dinleyip kitap okudum. Ben böyle mutluyum. Eğer çalışmıyorsam müzik ve kitaplar beni mutlu eder.

Herşey iyiydi diyorsunuz…

Tanrı bize yardımcı oldu. Ara sıra sorunlar çıksa da, geçmişte bundan çok daha kötü günler yaşadım. Setteki herkes harika olduğu için orada çok mutluydum. Gerçi orada İngiliz futbolunun eksikliğini çektim ama her hafta Real Madrid ve Barcelona maçlarını izledim. İki takımın maçlarını görme fırsatını buldum. Dünyanın en büyük futbol turnuvası olan Şampiyonlar Ligini izleyebiliyorduk. Taze balık vardı. Cennette gibiydik. Daha ne olsun…

Johnny Depp ile çalışmak nasıldı?

Hem dost, hem de iş arkadaşı kelimenin tam anlamıyla örnek bir insandır. Gerçek bir centilmen ve demokrattır. Buradaki demokrat sözcüğünü politik anlamında kullanmıyorum, genel duyarlılığı açısından söylüyorum. Esprili, nazik, saygılı, vicdan sahibi ve sevimli bir insandır. Kısacası her açıdan harika bir dosttur.

Gore Verbinski bu kadar büyük bir projeyle nasıl başa çıktı?

Gore Verbinski harika bir insandır. Yönettiği filmleri eskiden beri müthiş bulurdum. Kendisiyle tanıştıktan sonra tahminimden çok daha zeki bir insan olduğunu gördüm. Yönetmenler için bu çok önemli bir özelliktir. Herşeyi kafasında birleştirebilmek için herşeyden önce zeki olması gerekir. Bir filmi bile çekmek yeterince zor iken ikincisini zorluğunu düşünün.

Kamera önündeki herşeyin en küçük detayına bile dikkat etti. Aktörlerin parmağındaki yüzükten tutun da perdelerin tasarımına kadar hiçbir detayı gözden kaçırmadı. Karayiplere son derece kalabalık bir ekiple gittik. Buna bir de araç gereçleri eklersek, adeta başka bir ülkeyi işgale giden bir ordu gibiydik. Bu kadar kalabalık bir ekibin başında olduğu halde daima alçakgönüllü davranmasını bildi. Bizlerle konuşurken ses tonlamalarında bile her zaman şık ve zarifti.

İki filmin çekiminin aynı anda çekimindeki çalışma ortamı nasıldı? Çekim yaptığınız mekanlarda üçüncü bölümle ilgili çekimler de dikte ediliyor muydu?

Evet, bazen öyle günler yaşadık ki, sabah saatlerinde ikinci bölümü çekerken, öğleden sonra üçüncüye geçtiğimiz oluyordu.

Böyle durumlarda ne hissettiniz?

Herhangi bir problem çıkmadı. Sonuçta aktörler herhangi bir kronolojik yardım almadan da çalışmaya alışkındır. Kimi zaman çekimlerin ilk gününde filmin son sahnesini yaptığımız olur. Her aktör böyle durumlarla karşılaşmıştır. Bu yüzden sorun olmadı.

Johnny Depp’in portresini çizdiği Jack Sparrow karakterinin babası rolünde Keith Richards’ın oynayacağı yönünde spekülasyonlar vardı. Bu gerçekleşti mi?

Hayır, henüz böyle bir şey olmadı. Çünkü henüz o sahneyi çekmedik.

Sıkı bir Rolling Stones hayranı olduğunuzu biliyorum. O sahnede siz de var mısınız?

Ne yazık ki ben yokum. Artık fragmanını seyrederek bu isteğimi tatmin ederim. Keith Richards sete geldiğinde kendisine saygılarımı sunmak isterim. Onunla aynı filmde yer almaktan gurur duyuyorum. Umarım geçirmiş olduğu kaza, onun bu filmde oynamasını engellemez. Ayrıca Johnny’nin de büyük bir Rolling Stones hayranı olduğunu biliyorum. Kaldı ki ben de hayatım boyunca Rolling Stones müziğini sevdim. Keith Richards benim favori gitaristimdir. Umarım bu filmde oynar.

“Pirates 3”ten çekilmesi gereken sahneler var mı?

Evet, herkes sete geri dönecek. Yapılması gereken çok şey var. Bu yüzden oyuncu ve ekiplerin birçoğu geri dönmek zorunda kalacak. Ancak sanıyorum Karayiplerde çekilmesi gereken bir şey kalmadı. Daha çok iç mekan çekimleri yapılacak.

Oynadığınız karakter aksiyon sahnelerinde de yer alıyor mu?

Evet, oldukça fazla aksiyon sahnesinde oynuyorum. Kılıçlar ve herşey… Bunları daha önce de biraz yaptığım için çok keyifli oldu.

Kendinizi Davy Jones imajıyla görmek nasıl bir duygu?

Kendimi böyle görmek gerçekten olağanüstü bir şey… Çılgınca diyebilirim. Yüzüme yerleştirilen solungaçların canlı olması sebebiyle yüzüm her yöne doğru hareket edebiliyordu. Tek kelimeyle büyüleyici olduğunu söyleyebilirim. Başlangıçta baş hareketlerimi ayarlamakta biraz zorlandım ama sonrasında böyle bir imajla dolaşmak hoşuma bile gitti.

Filmden ilk görüntüleri izleme fırsatı bulabildiniz mi?

Şurasından burasından küçük parçalar halinde gördüm. Kendimi aptal görünümlü gri pijamalarımla bu rolü yaparken gördüm. İlk anda budalaca gibi göründü ama film karelerinde nasıl duracağını merak ediyorum. Umarım izleyici bu imajı beğenir.

Karayiplerdeki çekimler sırasında eşiniz de ziyarete geldi mi?

Hayır. O sıralarda turnedeydi. Bu yüzden gelmesi mümkün olmadı. Ancak birbirimizi uzun süreler görmemeye zaten alıştık. Problem olmadı.

Jerry Bruckheimer ile çalışmak nasıldı?

İşine yürekten bağlı, çekimin her aşamasına tam olarak hakim bir yapımcı olduğunu gördüm. Her zaman cesaretlendirici tavırlar sergiledi. Bu film için birinci sınıf bir ekibi bir araya getirdi. İlk filmin çok büyük başarı elde etmesi sebebiyle birinci sınıf ekiple çalışmak onun en doğal hakkıydı.

Bu filmi diğer çalışmalarınızla kıyaslarsanız ne söylersiniz?

Bu tamamen kendi sınıfında bir filmdir. Kendi kategorisinin tek filmi olduğunu söyleyebilirim. Dayanılması imkansız bir cazibesi vardı. Dayanamadım ve yaptım.

Natalie Portman

Güzelliği ve zerafetinin yanısıra aldığı her rolün üstesinden gelmesini bilen bir oyuncu olan Natalie Portman, küçük oyuncu olarak girdiği Hollywood’da yeteneğiyle kalıcı olmayı başardı. Güzel oyuncuyu son dönemde Wachowski Brothers’ın “V For Vendetta” ve Amos Gitai’nin “Free Zone” adlı filmlerinde izledik.
Çekimleri İsrail ve Ürdün’de yapılan “Free Zone”, iki kadın arasında zorunluluk sonucu oluşan sıradışı bir ilişkiyi konu alır. Natalie Portman’ın oynadığı karakterin bir kadın sürücü yönetimindeki taksiye binmesinden itibaren iki kadın çeşitli politik entrikalarla dolu bir yolculuğun startını verir. Filmin galası, 2005 yılı Cannes Film Festivali’nin yarışmalı bölümünde yapılmıştı.
Natalie Portman ayrıca Milos Forman yönetiminde oynadığı ve başrolünü Javier Bardem ile paylaştığı “Goya’s Ghost”u tamamladı. Yapımcılığını Saul Zaentz’in üstlendiği filmin konusu, Francisco Goya’nın çok ünlü bir ressam olduğu 1792 İspanya’sında geçer. Goya'nın genç ve güzel ilham perisi Ines'in, Engizisyon mahkemesinin arkasındaki güçlü bir rahip tarafından, toplumsal değerlere aykırı davranış ile suçlanması ülkede büyük bir skandal yaratır. Rahip rolünü Javier Bardem oynarken Natalie Portman iki farklı karakterin portresini çizdi. Bunlardan birisi Goya’nın ilham perisi Ines rolü, diğeri ise, rahibin zorla tecavüz etmesinden dünyaya gelen kızı Alicia rolüydü.
Natalie Portman ayrıca George Lucas’ın ikinci “Star Wars” üçlemesinin final bölümü olan “Star Wars: Episode III – Revenge of the Sith”de de kamera karşısına geçti. Başrolünü Hayden Christensen ve Ewann McGregor ile paylaştığı 20th Century Fox yapımı filmde Senatör Amidala rolünü üstlendi. Aynı karakteri daha önce “Star Wars: Episode II: Attack of the Clones” ve “Star Wars: Episode 1 – The Phantom Menace” adlı gişe rekortmeni filmlerde de oynamıştı.
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Altın Küre ödülü sahibi olan Natalie Portman, Mike Nichols yönetiminde oynadığı Columbia Pictures yapımı “Closer” adlı filmdeki başarılı performansıyla Oscar adaylığı da aldı. Konusu Londra’da geçen ve başrollerinde Jude Law, Julia Roberts, Clive Owen ve Natalie Portman’ın oynadığı “Closer”da, birbirleriyle tanıştıktan sonra sorunları daha da derinleşen iki farklı çiftin tutku, dram, aşk ve terk etme yüklü ilginç öyküsü anlatılıyordu. Portman bu filmde New York’tan gelen ve kendi benliğindeki cinsel ve duygusal karanlık yönleri keşfetmeye çalışan esrarengiz ruhlu Amerikalı kızı oynadı.
Bu filmdeki çalışmasıyla ilgili olarak başta Londra Film Eleştirmenleri Birliği’nin en iyi kadın oyuncu adaylığı; Online Film Eleştirmenleri Birliğinin verdiği Eleştirmenlerin Tercihi Ödülü adaylığı olmak üzere çeşitli ödüller aldı. Ayrıca San Diego Film Eleştirmenleri Birliğinin verdiği en iyi kadın oyuncu ödülünün de sahibi oldu.
Zach Braff’ın yönettiği “Garden State” adlı filmdeki başarısıyla da eleştirmenlerin takdirini kazandı. Braff’ın yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı Fox Searchlight filminde ailesinden 10 yıl boyunca uzakta kalan genç bir adamın evine geri dönüşünde annesinin cenazesiyle karşılaşmasından dolayı çektiği vicdan azabı anlatılıyordu.
Nicole Kidman bu filmde, genç adamın sahip olmadığı herşeye sahip olan Sam adlı genç kız rolünde kamera karşısına geçti. Kelimenin tam anlamıyla rengarenk, umut ve neşe dolu bir kız olan Sam, onu yanında görmek istemeyen genç adamın gönül yoldaşı oluyordu. Sıcaklığı ve korkusuzluğuyla Braff’ın oynadığı karaktere kalbini açma cesareti veriyor, onun hayatındaki acıları sevinç ve neşeye dönüştürmeyi başarıyordu. Filmde Peter Sarsgaard’ın da önemli rolü vardı.
Natalie Portman’ın uluslararası film arenasına ilk çıkışı, henüz ergenlik çağında bile değilken gerçekleşti. Luc Besson’un yönettiği “The Professional” adlı filmde Jean Reno ve Gary Oldman gibi güçlü aktörlere karşı başarılı bir oyun sergiledi. Bu filmde, annesiyle babasının yozlaşmış bir uyuşturucuyla mücadele polisi tarafından öldürülmesinden sonra kurtuluşu bir tetikçide arayan Mathilde adlı küçük kız rolünü oynadı.
Ayrıca Miramax yapımı “Beautiful Girls” adlı filmde çok başarılı bir performans sergileyerek kendisini geniş kitlelere tanıtmayı başardı. Yönetmenliğini Ted Demme’in üstlendiği filmin başrollerinde Portman’ın yanısıra Timothy Hutton, Uma Thurman, Rosie O’Donnell ve Matt Dillon vardı.
Natalie Portman’ın oynadığı diğer filmler şöyle sıralanıyor:
Başrollerini Jude Law, Nicole Kidman, Renee Zellweger ile paylaştığı; yönetmenliğini Anthony Minghella’nın üstlendiği “Cold Mountain”,
Matt Williams’ın yönettiği, başrolünü Ashley Judd ile paylaştığı “Where the Heart Is”,
Wayne Wang yönetiminde Susan Sarandon’a karşı oynadığı “Anywhere But Here”, “Paris Je T’Aime” projesi içerisinde yer alan Tom Tykwer’in çektiği “True” adlı bölüm,
Başrollerini Julia Roberts, Goldie Hawn, Alan Alda ve Drew Barrymore ile paylaştığı “Everyone Says I Love You”,
Jack Nicholson ve Glenn Close’ karşı oynadığı, Tim Burton’un kara komedi çalışması “Mars Attacks!”,
Al Pacino, Robert DeNiro ve Val Kilmer ile beraber oynadığı Michael Mann imzalı “Heat”.