Hepimizin İçinde Biraz Korsan Ruhu Vardır

Hayatın kendisinde olduğu gibi kimi zaman sanatta da tam dairenin tamamlandığı görülür. Animasyon filmleriyle işe başlayan Walt Disney stüdyolarında hayata geçirilen ilk live-action filminde (Gerçek insan aktörlerin oynadığı filmler) beyazperdeye yansıyan ilk görüntü bir kurukafa ile korsan bayrağındaki çapraz kemikler görüntüsüydü. Sözü geçen o film ise, Robert Louis Stevenson'ın 1950 yılında çektiği “Treasure Island - Hazine Adası” adlı klasik korsan filmiydi.

Aradan 53 yıl geçtikten sonra 2003'te aynı stüdyolarda bu kez “Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl” projesi hayata geçirildi. Gore Verbinski'nin yönetmenliğini üstlendiği o filmde bir zamanlar milyonlarca izleyiciye keyifli saatler yaşattığı halde artık can çekişme noktasına gelmiş korsan filmleri tarzına yeniden hayat veriliyordu.

Yapımcı Jerry Bruckheimer ile yönetmen Gore Verbinski'nin ilk “Pirates” projesine start verdiği 2003 yılında korsan filmleri olgusu çağdaş sinema içerisinde neredeyse unutulmaya yüz tutmuştu. Bu yüzden filmin gişe başarısının ne olacağı konusunda umutlu konuşan neredeyse yok gibiydi. Korsan filmlerinin artık devrini tamamladığı, gişe şansının çok az olduğu öne sürülüyordu.

Ancak “Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl”ün 2003 temmuzunda gösterime girişiyle birlikte dünya çapında büyük sürpriz yaşandı. Filmin Kuzey Amerika sinemalarındaki toplam hasılatı 305.413.918 dolara ulaşırken dünya çapındaki hasılat rakamı 653.913.918 doları buldu. Aynı zamanda Johnny Depp'in en iyi aktör adaylığı da dahil olmak üzere 5 dalda Oscar adaylığı aldı.

Korsan filmlerini günümüz izleyicisiyle ilk kez tanıştıran “Pirates of the Caribbean”da hepimizin içinde korsan ruhunun var olduğu, bunun özgürlük tutkusu, macera arayışı ve hiç de azımsanmayacak haylazlık isteğiyle paralel seyrettiği yaklaşımından yola çıkılmıştı. Kendisinden önceki korsan filmlerinin sinematik macera anlayışına sonuna kadar sadık kalan “Pirates of the Caribbean”ı onlardan ayıran en belirgin özelliği, izleyiciyi engin denizlerdeki maceralara götürürken korsan filmlerinin klasik çizgisine ilk kez mizah unsurunu da eklemesiydi. Bu da, Johnny Depp'in zekice yarattığı Kaptan Jack Sparrow karakterinde hayat buluyordu. Kısacası izleyicinin karşısında bugüne kadar hiç görmediği tipte komik ve esprili bir korsan karakteri vardı.


2003 yılında ilk “Pirates of the Caribbean”ı yaparken başarıdan asla emin olamadıklarını belirten yapımcı Jerry Bruckheimer, “Açıkçası ilk `Pirates'i çekerken sınırlı beklentiler sözkonusuydu” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:

“Böyle bir işe kalkıştığımızı duyanların ortak tepkisi hep aynıydı. 40 yıldır öldüğü bilinen korsan filmleri tarzını yeniden canlandırmaya kalkışmanın delilik olduğu söyleniyordu. Üstelik bu süre içinde korsan filmlerine tekrar hayat verme çabalarının hepsi ters tepmişti. Sonra `The Curse of the Black Pearl' gösterime girdi ve herkesi şaşırtan çok büyük bir başarıya imza attı. Yönetmen Gore Verbinski ile senaryo yazarlarının artistik yeteneğine Johnny Depp, Keira Knightley, Orlando Bloom ve Geoffrey Rush'un performansı da eklenince milyonlarca insanın hayal gücüne hitap etti. Sonuç hepimizin bildiği gibi olağanüstü uluslar arası başarı oldu.”

Jerry Bruckheimer sözlerine şöyle devam ediyor: “İlk filmde yaptığımız herşeyi ikincisinde bir adım ileri götürdük. İkinci filmi yaparken aynı kreatif ekiple çalıştık. Gore Verbinski olağanüstü mizah gücü ile görsellik eğilimine aynı anda sahip bir yönetmendir. Görsellik gücü yüksek olan yönetmenlerin genelde iyi bir öyküleyici olmadığı bilinen bir gerçektir. Çünkü filmin öyküsünden çok, fiziksel görünümüne odaklanırlar. Gore Verbinski'nin onlardan farkı, görsellik ustası olmasının yanısıra öyküleme ve karakterizasyon gibi gibi unsurları da anlamış bir yönetmen olmasıdır.”

Ünlü yapımcı sözlerini şöyle noktalıyor: “Yeni yolculuğumuza Johnny, Orlando ve Keira da katıldılar. Onlara birbirinden ilginç yepyeni yüzler de ekledik. Elbette ilk filmin efsanevi korsan gemisi Black Pearl - Siyah İnci de geri döndü. Ayrıca bu filmde Davy Jones'un komutası altında çalışan bir grup sıradışı denizcinin mürettebatlık yaptığı Flying Dutchman - Uçan Hollandalı adlı yepyeni bir gemimiz daha var. Bu filmde izleyeceğiniz herşey, öncelikle yönetmen, senaryo yazarları ve yüzlerce kişiden oluşan film ekiplerimizin hayal gücünde gerçekleşti. İzleyicinin severek izleyeceği eğlenceli bir film yapmanın heyecanını hepimiz derinden hissettik.”

İKİ DEVAM FİLMİ AYNI ANDA ÇEKİLDİ

Daha fazla “Pirates” için dünya çapında bir beklenti olduğu açık ve net olarak ortadaydı. İzleyici beklentisinin büyüklüğünü dikkate alan Jerry Bruckheimer, Gore Verbinski ve Walt Disney Pictures yetkilileri, tek bir devam filminin yeterli olmayacağına karar verdiler. İkinci ve üçüncü devam filmlerinin çekiminin peşpeşe yapılması halinde, mekan ve set gibi unsurlar iki devam filmi için de kullanılabilecekti. Ayrıca filmin başrol oyuncularına yönelik talebin de giderek arttığı düşünülecek olursa kadronun da aynen korunması sağlanmış olacaktı.

İki devam filminin peşpeşe çekiminin kreatif açıdan da önemli olduğunu belirten Yapımcı Jerry Bruckheimer, bu konudaki yorumunu şu sözlerle dile getiriyor:

“Karakterlerin ilk filmde iyi oturtulmuş olması sebebiyle onları daha başka maceraları sürüklemek bizler için heyecan verici bir beklenti oluşturdu. Daha ilk filmi yaparken başarı beklentimiz olduğu için tüm karakterleri ikinci ve üçüncü bölümler için sağlam temel oluşturacak şekilde yaratmıştık. İkinci ve üçüncü bölümleri izlediğinizde herşeyin ilk filmdeki başlangıç noktasıyla ilişki içerisinde olduğunu göreceksiniz. Kısacası bu gerçek bir üçlemedir.”

Filmin senaryo yazarlarından Terry Rossio'nun bu konudaki yorumu şöyle: “İlk filmi yaparken esin kaynağımızın önemli bölümünü Disney'in `Pirates of the Caribbean' adlı tema parkı atraksiyonu oluşturuyordu. İkinci ve üçüncüsünde ise esin kaynağımızı ilkinden aldık.”

Rossio'nun senaryo yazarı partneri Ted Elliott ise şunları ekliyor: “Rahatlıkla keşfe çıkabileceğimiz bir karakter zenginliği sözkonusuydu. Ancak o karakterlere ikinci ve üçüncü filmlerde aynı davranış biçimlerini tekrarlatmak da istemedik. İzleyici, aynı karakterleri aynı şeyleri yaparken görmek istemeyecekti. İlk filmdeki karakterlerin en hoşumuza giden yanı, belirli ölçüde ahlaki belirsizlikleri olmasıydı. İkinci ve üçüncü filmde bu belirsizliği keşfe çıkmak istedik. Örneğin Kaptan Jack Sparrow karakterini bu kez çok farklı koşullardan geçirdik. Öyle durumlar yaratmalıydık ki, Will ve Elizabeth'in amaçlarıyla çatışan hedefleri olmalıydı. Kısacası ilk filmin karakter yapılarını geliştirip zenginleştirmek suretiyle onları daha ileri noktalara taşımaya özen gösterdik.”

Bu noktada sözü yeniden devralan Terry Rossio şunları söylüyor: “İlk filmin temelinde Will ve Elizabeth karakterleri arasındaki romantik aşk öyküsü vardı. İkisi arasındaki ilişkinin daha olgun bir değerlendirmesinin yapılması gerektiğini düşündük. İkinci filmin öyküsüne başlarken şu soruyu sorduk: `The Curse of the Black Pearl'in sonundaki harika günbatımı manzarası eşliğindeki romantik öpüşme sonrasında Will ile Elizabeth'in başına neler gelir?”

Bunların yanısıra “Dead Man's Chest”te başka konulara da yer verilir. Ömrü denizlerde geçen deniz insanların bilgeliğinden korsanların hazine tutkusuna; deniz mitolojisindeki “kilitli sandığın” sahibi Davy Jones'tan tutun da 12. yüzyıldan beri masallara konu olmuş efsanevi deniz canavarı Kraken'e kadar çok sayıda konunun da filmde işlendiği görülür.

Filmin senaryo yazarlarından Ted Elliott, bu konulardaki yaklaşımını şu sözlerle ifade ediyor: “Senaryoya yazarken hep denizleri düşündük. Hepimizin bildiği çok sayıda doğaüstü öykü vardı. Ancak bugüne kadar hiç kimse bunları bir korsan filminin konusu yapmamıştı. Bu yüzdendir ki, içinden çekip çıkarabileceğimiz efsane zenginliği sözkonusuydu. Bunlardan bir kısmına ilk filmde değinmiştik. Örneğin Orlando Bloom'un oynadığı Will Turner karakterinin Davy Jones'un kilitli sandığından söz ettiği bir diyalog vardı. İkinci filmde Davy Jones'un kimliğini keşfetmeye karar verdik. Bunun yanısıra çok ünlü bir başka deniz efsanesi olan Flying Dutchman - Uçan Hollandalı efsanesini de filmin öyküsüne katarak ikisini birleştirdik.”

Filmin senaryo yazarları Elliott ve Rossio, ayrıca dünya tarihinin en büyük ekonomik ve politik güç odaklarından birisi olan Doğu Hindistan Ticaret Şirketi'ne de yer verdiler. 1600 yılında İngilizler tarafından kurulan Doğu Hindistan Ticaret Şirketi, 1858'deki kapanışına kadar emperyalist egemenliğin bir numaralı simgesi olmuştu. Ekonomik ve politik faaliyetler gösteren şirket, dünyanın çeşitli bölgelerine yayılan şubeleri aracılığıyla özellikle Hindistan olmak üzere Basra Körfezi'de, Güneydoğu Asya ve Doğu Asya'da emperyalizmin temsilciliğini yapmıştı. En ılımlı çağdaş tarihçiler bile bu şirketin faaliyetlerini olağanüstü acımasız ve insanlık dışı olarak tanımlıyordu.

Senaryo yazarı Ted Elliott, bu konudaki yaklaşımlarını şu sözlerle açıklıyor: “Korsanların en güzel yanı bence özgürlüğü temsil etmeleridir. Doğu Hindistan Ticaret Şirketi ise, çok uluslu dev bir şirket olarak bireysel özgürlüğün sonunu temsil eder. Hepimizin bildiği gibi çok uluslu şirketler, dünyayı kendi istedikleri şekle getirmek isterler. Bu uğurda insan olgusunu feda etmekten kaçınmazlar. Onların egemenlik gücü yayıldıkça da Kaptan Jack Sparrow gibi insanlara yer kalmaz.”

Hiç yorum yok: